Bir yanda depremzedelere yardım etmek için çırpınan insanlar var. Diğer yanda depremzedelerin eşyalarını ve yardım malzemelerini yağmalayanlar.
Bir yanda gerçekleri halka duyurmak için koşuşturan gazeteciler var. Diğer yanda gerçekleri çarpıtan ve gizleyen yandaşlar var.
Bir yanda bölgedekilerle iletişimi sürdürmek için çabalayanlar var. Diğer yanda sosyal medyayı kısıtlayan iktidar var.
Bir yanda deprem felaketinin gerçek sorumluları hakkında suç duyurusunda bulunmak için adliyeye gidenler var. Diğer yanda suç duyurusunda bulunmak isteyenleri hukuksuz bir şekilde gözaltına alanlar var.
Bir yanda kaybedilen on binlerce can, yok olan kentler var. Diğer yanda bunlar olurken “Borsa”da hisseleri yükselen inşaat şirketleri var.
Bir yanda enkazdan çıkarılan her canı kucaklayan kurtarıcılar var. Diğer yanda “büyükbaş” denilen yaralı hayvanların “Et ve Süt Kurumu’nca satın alınarak kesileceğini” açıklayan bir Tarım ve Orman Bakanı var.
Bir yanda insan ya da hayvan her canı yaşatmak için mücadele edenler var. Diğer yanda kurtuluşunu hayvan kurban ederek kutlayanlar var.
Bir yanda umudunu günler geçse de yitirmeden yaşamak için direnenler var. Diğer yanda daha ilk günden sela okutmaya başlayan Diyanet var.
Bir yanda deprem bölgesinde ilk günden itibaren halkın arasına girip örgütlü bir şekilde üç öğün yemek veren, revir, doktor ve arama ekibi kuran komünistler var. Diğer yanda halkın arasında güvenlik çemberi olmadan gezemeyen hükümet yetkilileri var.
Bir yanda deprem sonrasındaki koordinasyonsuzluğu sorguladığı için gözaltına alınanlar var. Diğer yanda devletin yetersiz kalışını dile getirenlere “Şerefsiz” diyen bir partili Cumhurbaşkanı var.
Bir yanda depremle ilgili uyarıları yıllardır yapan bilim insanları var. Diğer yanda onları duymazlıktan gelen iktidar var.
Bir yanda kurucusu olduğu AKUT Derneği’nden iktidar baskısı ile istifa ettirilip sonra da atılan arama kurtarma alanında çok deneyimli Nasuh Mahruki var. Diğer yanda imam hatip mezunu, arama kurtama deneyimi olmayan AFAD Afetlere Müdahale Genel Müdürü İsmail Palakoğlu var.
Bir yanda enkaz altındayken çektiği videoda komşusuna 2 bin 500 TL borcu olduğunu, akrabalarına onun ödenmesini rica eden bir kadın var. Diğer yanda halkın milyarlarını iç eden çeteler var.
Bir yanda deprem bölgesinde ekipler çorap dağıtırken bir tane alıp, “Bu çok olur” diyerek ikincisini bırakan vatandaşlar var. Diğer yanda devlet kurumlarından yüksek miktarlarda birkaç maaş alan sömürücüler var.
Bir yanda gerçekleri söylediği için hakkında soruşturma açılıp yurtdışına çıkış yasağı getirilen gazeteciler var. Diğer yanda yıkılan binalardan sorumlu oldukları halde yurtdışına çıkış yasağı konulmayan müteahhitler, yapı denetim şirketi yetkilileri ve bürokratlar var.
Bu örnekleri uzatabilirim ama siz anladınız: Temel olarak bir yanda emek, dürüstlük ve yaşam mücadelesi var, diğer yanda sömürü, yolsuzluk ve baskı var.
Hepsini tek bir cümlede anlatabilecek bir atasözümüz de var: Koyun can derdinde, kasap et derdinde.
Bu sözü mecazi anlamda düşünün elbette ama bu yazıyı okuyan herkesten ricamdır; sözcükleri çağrışım olmadan da algılayın ve hayvanların da insan gibi yaşamak için çırpındığının, bu açıdan koyunun kediden farkı olmadığının, hepsinin enkaz altında korktukları gibi mezbahada da korktuklarının farkına varın. Yaşamın değerini ve sömürünün utancını görün. Yaşarken yaşatın.
Zülal Kalkandelen - Cumhuriyet