Güzel ülkemiz için yazıyoruz - DİZİ VE SİNEMA SEKTÖRÜ Levent Gültekin Şeffaf Gazete
http://seffafgazete.com/yazarlar/KONUK-KOLTUGU/38767/dizi-ve-sinema-sektoru-levent-gultekin

 

KONUK KOLTUĞU

KONUK KOLTUĞU
DİZİ VE SİNEMA SEKTÖRÜ Levent Gültekin
20 Eylül 2022, 17:23
 
Dizi ve sinema sektörü kimin için çalışıyor?
 
Bana, “Ülkemizin bu hale gelmesinin yani toplumda yaşanan yozlaşmanın, tahribatın sorumlusu kimdir?” diye bir soru yöneltilse tereddüt etmeden listenin başına, onlarca yıldır süregelen siyaset anlayışını ve bu anlayışın aktörü siyasetçileri, medyayı, dizi ve sinema sektörünü yazarım.
 
İnanç, mezhep, kimlik üzerinden yaşadığımız toplumsal ayrışmanın da yaşanan ahlaki çöküntünün de sağlıklı bir toplum olamamamızın da çektiğimiz ekonomik sıkıntıların da şehirlerimizin berbat hale gelmesinin de sorumlusunun bu üç meslek grubundakilerin olduğunu düşünüyorum.
 
Toplum bunların öncülüğünde yozlaştı.
Elbette bahsettiğim bu üç grupta da işini düzgün yapan, mesleğinin hakkını veren insanların olduğunun farkındayım.
 
Ama ben genelden bahsediyorum.
Kimlik, inanç ve yaşam tarzı üzerinden süregelen ayrışmayı, ülkemizdeki siyaset anlayışı ve bu anlayışın aktörü siyasetçiler körüklediler.
 
Gazeteciler, bu ayrımcı siyaset anlayışının bir tarafı, yandaşı olup meslek ahlakını gözetmediler.
Dizi ve sinema sektörü ise yaptıkları işlerle toplumu iyileştirmeyi, daha sağlıklı bir yapıya kavuşturmayı amaç edinmek yerine tam tersi yaptıkları işlerle toplumu kabalığa, şiddete, kabadayılığa, kolay yoldan köşeyi dönmeye, lüks ve şatafat içinde yaşamak için her türlü değeri ayaklar altına almaya özendiriyor.
 
Dizi ve filmlerde; küfür, hakaret, şiddet, kabadayılık adeta genel geçer akçe haline geldi.
Ve bütün bunların sonunda haline ağladığımız, ah vah ettiğimiz bir ülke haline geldik.
Bana göre sağlıklı bir toplum, yaşanabilir bir ülke olmamız için öncelikle bu üç meslek grubunun düzelmesi gerekiyor.
 
Bu da yetmez esasında, hepimize büyük sorumluluk düşüyor.
Çünkü her birimizin yaptığımız işlerin bir bireysel olarak bizi ilgilendiren tarafı var bir de yaşadığımız toplumu ilgilendiren tarafı var.
 
Bir ülkenin iyi, toplumun sağlıklı olabilmesi için bütün çocukları kendi çocuğu gibi gören öğretmenlere, meslek ahlakını hiçe saymayacak gazetecilere, hastasını sömürülecek müşteri görmeyen doktorlara, zenginliğine zenginlik katmayı birinci amaç olarak görmeyen, vergi kaçırmayan, işçisinin mutluluğunu önemseyen iş insanlarına, hangi şartta olursa olsun adaleti terk etmeyecek yargı mensuplarına, rüşvete, kaba kuvvete meyletmeyecek güvenlik güçlerine, yaptığı işte ülke yararını gözetecek her meslekten insanlara ihtiyaç var.
 
“Ben işimi düzgün yapmıyorum ama ülke düzelsin” anlayışı sağlıklı bir yaklaşım değil.Çünkü biz bozuksak ülke de bozuk oluyor.
“Yaptığım işle bu ülkenin daha iyi olmasına nasıl bir katkı veriyorum?” sorusunun hepimizin zihnini devamlı meşgul etmesi gerekiyor.
 
Bu anlayışın en çok da dizi ve sinema sektöründe olması gerektiğini düşünüyorum.
Çünkü yaptıkları işlerle milyonlarca insana ulaşıyorlar.
Diğer yandan sanatın insanı iyileştirici, daha iyiye yöneltici bir işlevi olduğunu söylüyoruz.
Dizi ve sinema sektörü sadece bir eğlence sektörü değil.
 
Avrupa, kültürünü edebiyata ve sanata borçlu.
İnsanlar toplumsal değerleri yani terbiyeyi, nezaketi, başkasına iyilik yapmayı, başkasının hakkını yemenin ayıp olduğunu, sadece bir birey olmadığımızı aynı zamanda yaşadığımız toplumun bir parçası olduğumuzu ve o bütüne karşı da sorumluluklarımız olduğu anlayışını romanlardan öğrendi.
 
Hümanizmi sanatla yaygınlaştırdı.
Bütün bunları uygulamada ne kadar başarılılar o ayrı bir mesele.
Dizilerin ve filmlerin de toplumları iyiye veyahut kötüye yöneltmek gibi bir işlevi var.
 
Son zamanlarda Kore dizilerine sardım.
Her bir dizideki toplumu iyiliğe yöneltme çabasını gördükçe hayranlık besliyorum.
Dikkat ediyorum neredeyse bütün dizilerinde özür dilemeyi, iyi insan olmayı, dürüstlüğü, ülke yararını her şeyin üstünde tutmayı özendiren, kurnazlığın, kabalığın, kötülüğün kaybettirici bir şey olduğunu gösteren bir yaklaşım var.
Kore dizileri genel anlamda insanın içindeki iyiliği büyütmeye, geliştirmeye çalışan bir yaklaşıma sahip.Dizilerde kendi kültürlerine yaptıkları vurgular, o kültürü yeni nesillere aktarma çabaları da hayranlık uyandıracak derecede.
Mesela dikkat ediyorum bütün dizilerdeki oyuncular sadece Kore’nin ürettiği telefon ve arabayı kullanıyor.Bu bile toplum olma, ülke olma bilinci yaratma açısından ince bir hassasiyet.
 
Dizi ve sinema yapımcıları kusura bakmasınlar ama bizdeki dizi ve filmler -birkaçı hariç- adeta çöp değerinde.
Ne bir amacı ne de toplumu iyiliğe yöneltmek gibi bir işlevi var.
Dizi ve sinema filmi yapımcı ve senaristleri toplumun hoşuna gittiğini sandıkları şeyleri yapıp, çok para kazanmayı başarı ve marifet sayıyorlar.
‘Sandıkları’ diyorum çünkü daha iyisini yapmadıkları, yapamadıkları için toplumun neyi daha çok sevdiğini bilmiyorlar.Kendileri zengin olurken kaybeden ülke oluyor.
 
Sanki onların bu ülkeye, topluma karşı hiçbir sorumlulukları yokmuş, tek işleri insanları eğlendirip, para kazanmakmış, yaptıkları işlerin toplumsal bir amacı yokmuş gibi davranıyorlar.
 
Böyle baktıkları için bizdeki dizilerde kabadayılık, kaçakçılık, lüks ve şatafat içinde yaşamak, kadına şiddet veyahut bir toplumsal değerin istismarı ana tema haline geliyor.
Dahası, koca bir ülkenin dizi ve sinema sektörünün bu kadar yüzeysel, bu kadar değer yoksunu olması utanç verici.
 
Sanırım ülkede doğru düzgün hikâye yazacak senarist ve mesleğinin hakkını verecek, onurunu, ahlakını dert edecek yönetmen kıtlığı var.
 
Şöyle “Vay be” diyebileceğimiz, içimizi ısıtan bir hikayesi olan, toplumu iyiliğe yönelten bir dizi ya da film yok denecek kadar az.
Kendine yönetmen diyen insanlar bu kadar kötü dizileri çekmeyi kendilerine nasıl yakıştırıyor, çöp değerindeki dizilerin kendi adlarıyla ekranlarda yayınlanmasına nasıl razı oluyorlar anlaşılır gibi değil.
 
Yönetmen ve senaristlerle oturup iki dakika sohbet etseniz hepsi de ülkenin yaşadığı yozlaşmadan, toplumdaki ahlaki değer yoksunluğundan şikâyet ediyorlar.
Yaptıkları dizi ve filmlerle her gün ekranlardan milyonlarca insanın zihnine kötülük akıttıklarının sanırım farkında değiller.
“Çektiğim dizilerle, filmlerle toplumun bu hale gelmesinde benim payım ne?” sorusunu sanırım kendilerine hiç sormuyorlar.Dahası, “bu toplumun daha iyi olması, iyiye yönelmesi için yaptığım işin bir işlevi var, bunu yerine getiriyor muyum?” diye dert etmiyorlar.
 
Para kazanmak elbette amaç olabilir ama para kazanırken -az da olsa- bir değer hassasiyeti, toplumsa sorumluluk hissedilmez mi? 
Kendileri böyle davranırken çıkarı veyahut oy için ülkeye zarar veren siyasetçiden de şikâyet ediyorlar.
 
Sadece onlar değil.Hiçbirimiz dert etmiyoruz.
Hiçbirimiz ülkemizin yararını, yaşadığımız topluma olumlu bir katkı sunmayı birinci öncelik olarak görmüyoruz.
 
Siyasetçisi parti çıkarını veyahut kendi konumunu korumayı ülke yararı gözetmenin üstünde görüyor, gazetecisi kişisel pozisyonunu korumayı kamusal sorumluğunun önünde tutuyor, yapımcısı, senaristi, yönetmeni çektiği dizilerle yaydığı kötülükle kazanacağı paranın peşinde koşuyor.
Sonra da “Ülkemiz niye bu halde?” diye feveran ediyoruz.Biz böyle insanlar olduğumuz için ülkemiz de bu halde.
 
Yazar Amin Maalouf ülkesi Lübnan’ı, “her şeyden şikayet eden ama düzeltmek için hiç bir şey yapmayan insanların ülkesi” diye tarif ediyor.
 
Ne yazık ki bizim de pek bir farkımız yok.
Durumdan şikâyet ederek kendimizi temize çıkaracağımızı sanıyoruz ama fena halde yanılıyoruz.Dediğim gibi biz neysek ülkemiz de o.Ya hep birlikte düzeleceğiz ya da hep birlikte aynen Lübnan’da olduğu gibi batacağız.
 
LEVENT GÜLTEKİN