‘YOLSUZLUK DUMAN DEĞİL Kİ YUKARIYA ÇIKSIN’
Yaygın yolsuzluk, hukukun yeterli olmadığı ve demokrasinin kıt olduğu ülkelerde görülür. Bu sıralar, şöyle duyuyoruz; yolsuzluk mu? efendim doğru ama etrafta altta birileri yapıyor. Laf bu… Kardeşim, yolsuzluk duman değil ki yukarıya çıksın, yolsuzluk, çamurdur, çamur, yukarıdan aşağıya akar.
Maalesef, Türkiye de yolsuzluk, iddialar zinciri olmanın ötesine çoktan geçmiş,Bakanlar ve daha üst yöneticilerimizin ifadelerine dönüşmüştür. Yukarıdan-yerel yönetimlere kadar yaygınlaşmıştır. Milyarlarca liralık yolsuzluk iddiaları karşısında, ne yargıdan, nede hükümetten bir ses çıkmıyor. Kamu malının emanet olduğu çoktan unutulmuş, yolsuzluk, adeta dokunulmazlık alanına dahil edilmiştir. Fetva verecek “besmele fakih” bulmakta da zorluk çekilmemiştir.
İmanım gibi inanıyorum ki, yolsuzluk bulaşmış her kim olursa olsun itibarını bırakmadan bu diyardan göçmeyecek. Yolsuzluk konusunda ahlaki boyut bir tarafa, yolsuzluk atmosferinin yaygın olduğu bir ülkede, ekonomik yatırım yapılabilir mi?
Teşebbüs hürriyeti ne kadardır? Sisteme güven kalır mı? Sayın Durmuş Yılmaz, geçenlerde yabancı bir basın mensubunun “partinizin iktidarında ekonominin patronu siz mi olacaksınız” sorusuna ‘ekonominin patronu güvendir’ cevabını verdi.
Güven ortamı temin edilirse, % 6-7 lik büyümeye rahat erişilir dedi. Oradaydım, “Durmuş bey %6’dan aşağısını başarısızlık sayarım…
Unutmayın güven yoksa fabrika bacası yükselmez, iş yapma arzusu kalmaz. Son üç yılın en önemli ekonomi başlığı, “Rusya ile domates anlaşması” refah treninde neden yokuz, işte birinci neden böyle özetledik.
‘NE OLDU DA BUGÜN FARKLI ŞEYLER KONUŞUYORUZ?’
İYİ Parti’nin saygın mensupları…
Türk dış politikası, istikrar kavramını merkez alır. Osmanlı’dan Cumhuriyet hükümetlerine devreden bir süreç. Bu bakımdan, 2000’li yılların başındaki “sıfır sorun” söylemi, devlet birikimimize uygun düşmekteydi. İran, Rusya ve Avrupa dahil, bölge ülkelerinin istikrarından, büyümesinden en karlı çıkacak ülke Türkiye'dir.
Rusya merkezli, sosyalist bloğun açılım süreci bu düşünceyi doğrulamıştır. Dış ticaretimizin yaklaşık yarısı, Avrupa ülkeleriyledir. 2005’teki AB için tam adaylık süreci ve istikrar arayıcı politikalar, ekonomimize hız katmıştı
Peki ne oldu da bugün farklı şeyler konuşuyoruz? Birçok konuda olduğu gibi, dilleriyle söylediklerinin peşinde olmadıkları anlaşıldı. Politika yapımları dışişlerinin koridorlarından taşındı. Türkiye adeta akıl tutulması yaşadı. Mavi Marmara ile yanaştık-Mısır'dan girdik-Suriye'den çıktık…
Bu arada Almanya'dan, Rusya'ya kadar el atmadığımız yer kalmadı. Şimdi, bıraktıklarımızı arıyoruz. Sadece Suriye'nin, mültecilerle beraber maliyeti 200 milyar TL. Dış politika macerası, yıllık büyüme oranını yaklaşık bir buçuk puan aşağı çekmiştir.
İran'a yönelik ambargonun kaldırılması süreci oldukça öğreticidir. Pazar ihtiyacı olan Avrupa ülkelerinin, Amerika’ya baskısı sonuç vermiştir. Biz ise adeta kendimize ambargo koyduk. Siyasi itibar kaybı ayrı bir maliyet. En önemli pazarlarımızı kendi ellerimizle tahrip ettik. Üstelik milyarlarca lira harcayarak. Böyle yönetilen dış politikamız, trende olamayışımızın ikinci nedenidir.
‘SAYIN DAVUTOĞLU ERDOĞAN’I İNANDIRMIŞTI’
Arkadaşlarımızın çoğunun malumudur, iki yıla yakındır çok sayıda uzmanımızla, Türkiye ve dünya üzerine görüşmeler yapıyoruz. Bunlardan birinde, tarihçiliği de bulunan deneyimli bir diplomatımız; “Meral Hanım, dış politika, esasında bir sanattır. Birçok ustanın akıl emeği ile yapılır. Devletin birikimi üzerine kurulur ve ülkenin itibarını temsil eder” dedi.
Yüzümüze hüzün vurdu tabi. Bunun üzerine bir başka misafir konuyu son dönemlere getirdi. Gülümseyerek iki tespit yaptı; Birincisi; Sayın Davutoğlu, muhtemelen sayın Erdoğan'ı dış politikanın kendisi tarafından icat edildiğine inandırmıştı.
Diğer husus da şudur, her ikisi de, Türkiye sanki bu coğrafyaya yeni taşınmış ve komşularda 10 yıllık kiracılarmış gibi davranıyorlar.
Dış politikada ne istediğiniz önemlidir. Ancak dış politika aynı zamanda kim olduğunuzla da ilgilidir. Politikadan öğrendim ki, “Devlet adamlığı itibar yönetimidir.” Devlet de devamlılık esastır, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, geçmişten bugüne gelen, yarınlara devredecek çok saygın kurumsal yapılar oluşturulmuştur.
‘SİZİ NE İLE HATIRLAYACAKLAR?’
İslam ülkeleri dahil, onlarca uluslararası kuruluş, bizzat geçmiş Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin katılımıyla kurulmuştur. Hadi soralım bakalım, bu 15 yıldan kalan ne vardır?
Sizi ne ile hatırlayacaklar? Cevabı, tabiî ki bizde var ama hadi bu dış politika işidir, açmayalım ağzımızı, yaralamayalım Türkiye'mizi. Bize saracak çok yara bıraktınız çok…
Türkiye'nin yaklaşık 100 yıllık potansiyel gücünü savurup gitmişlerdir.
Türkiye merkezi bir Avrasya ülkesidir. Dünya yeni yerine taşınırken, ekonomi ve siyasi mimari yeniden düzenlenirken, Avrupa dahil geniş bir coğrafya için, yaşam ve iş merkezi olma hedefini projelendirmek zorundayız. “Ekonomik coğrafyamızı” tanımlayıp, dış politikanın merkezine koyacağız. “Sürekli iyileştirme” anlayışını dış politikaya taşıyacağız. Onurlu Milletim…
Kıymetli yol arkadaşlarım…
Yakın siyasi tarihimiz içinde yaşamış, devrin aktörlerinin muhatabı bir siyasetçi olarak ifade ediyorum ki; 28 Şubat, bizzat Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik bir ihanet sürecinin adıdır. Bu süreç, Türk Subayına çuval giydirmekle tazelenmiş, Ergenekon, Balyoz ve çözüm süreci ile devam etmiş, 15 Temmuz ile final yapmıştır.
FETÖ ihanet şebekesi, sadece 15 Temmuz değil, 2004’ten beri bütün operasyonların ana aktörüdür. 15 Temmuz tam anlamıyla bir devlet etme zaafiyetidir. Millet devleti sokaktan toplamıştır.
“YAŞANILAN HER BİR SÜREÇ…”
Bir başka tarihi gerçek de şudur, TSK'nın Türkiye'nin aktifinden düşürmek için plan yapanlar, maalesef iktidar kadrolarının bulanık beyinlerinden faydalanmışlardır. Yaşanılan her bir süreç, Türkiye için yol çevirme, ön kesme operasyonudur. Her biri acılar bırakmıştır. Referandumlar dahil son on yıldaki yaşadıklarımız bizi, trenin geleceği istasyondan uzak tutmuştur.
Devlet kendi topraklarında bile ana aktör olmaktan çıkmış, bir savrulma sürecine girmiştir. Cevdet Paşa’nın Osmanlı için vurguladığı gibi, “Kath-ı Rical”, yani devlet adamı eksikliği, ülkemize çok pahalıya mal olmuştur.
Şimdi buradan biraz geriye dönüp, 28 Şubat’ın anlı-şanlı kadrolarına seslenmek istiyorum: “Mutlu musunuz, huzurlu musunuz?”
Eğer siz, insanımızın yaşamlarına şekil vermeye ve yön vermeye kalkmasaydınız. Görevinizin onların haklarını–özgürlüklerini korumak olduğunu söyleseydiniz. Şimdi, 80 milyon daha özgür ve daha zengin bir ülkede yaşıyor olacaktık.
Sizin gardiyan kesildiğiniz insanımız, kendilerine özgürlük ve zenginlik vaad edenlerle yola çıktılar. Şimdide bunlar sizin rolünüzdeler.
Ne hak biliyorlar, ne hukuk. Hatırladınızmı? Milletin hakkı için, devletin itibarı için ayağa kalktığında, parmak salladığınız siyasetçi, ürkütmeye korkutmaya çalıştığınız kadın.
Hatırladınız mı? Siz neredesiniz bilmiyorum, biz yine ayağa kalkıyoruz, milletimle beraber ayağa kalkıyoruz, bütün yollar tutulmuş, biz kendi yolumuzu tutuyoruz. 28 Şubat’ın kudretlileri, bekleyin, bekleyin.
Yakında yoldaşlarınız olacak, bugünkülerde tarihin çöplüğüne, sizin yanınıza gelecek.
“80 MİLYON KARARLI”
Türkiye’yi merak etmeyin! 80 milyon kararlı özgürce yaşamaya, 80 milyon kararlı. Özgürce inanmaya, özgürce çalışmaya, hakkaniyetle paylaşmaya 80 milyon kararlı, Güçlü Türkiye olmaya, Mutlu Türkiye olmaya…Büyük Türkiyem, bütün Türkiyem…